İlişkilerimde hep terk ediliyorum. Bu cümle, ruhun derinliklerinden gelen bir fısıltı gibi başlayıp zamanla sağır edici bir çığlığa dönüşebilir. Her biten ilişkinin ardından enkazın altında tek başına kalma hissi, bir süre sonra kaderin acı bir cilvesi gibi görünmeye başlar. “Neden hep ben?” sorusu, zihnin koridorlarında yankılanır ve her yeni başlangıca daha en başından bir sonun gölgesini düşürür. Bu, tesadüflerin bir oyunu değil, kökleri genellikle çok daha derinlerde, geçmişin topraklarında gizlenen karmaşık bir psikolojik örüntünün yansımasıdır. Sürekli terk edilme döngüsü içinde sıkışıp kalmak, kişinin öz-değerini, güven duygusunu ve sevgiye olan inancını temelden sarsan, son derece yıpratıcı bir deneyimdir. Ancak bu döngüyü kırmak ve sağlıklı, güvenli ve kalıcı ilişkiler kurmak mümkündür. Bu yazıda, bu yakıcı sorunun ardındaki dinamikleri anlamak, kendimize şefkatle yaklaşmak ve bu kısır döngüden çıkış yollarını keşfetmek için bir yolculuğa çıkacağız.

Terk Edilme Korkusunun Kökenleri: Geçmişin Günümüzdeki Yankıları

Sürekli terk ediliyorum hissinin temelinde genellikle derin bir terk edilme korkusu yatar. Bu korku, bir yetişkin olarak kurduğumuz romantik ilişkilere gölgesini düşüren, ancak kökenleri çoğunlukla çocukluk ve ergenlik dönemlerine dayanan bir “bağlanma yarası”dır. Psikiyatri ve psikoterapi alanında önemli bir isim olan Uz. Dr. Alper Ayduman, çalışmalarında özellikle Şema Terapi ve Bilişsel Davranışçı Terapi gibi yaklaşımlarla bu kök nedenlere inmeyi vurgular. Dr. Ayduman’a göre, çocuklukta bakım veren kişilerle (genellikle ebeveynler) kurulan ilişkinin niteliği, ileriki yaşlarda nasıl bağlandığımızı belirleyen birincil faktördür. Eğer bir çocuk, ebeveynlerinden tutarlı bir sevgi, ilgi ve güven alamadıysa, duygusal veya fiziksel olarak ihmal edildiyse, ebeveyn kaybı (boşanma, vefat vb.) yaşadıysa veya sürekli eleştirel ve mesafeli bir tutumla karşılaştıysa, dünyayı güvensiz bir yer olarak algılamayı öğrenir. Bu deneyimler, zihinde “Terk Edilme/İstikrarsızlık” şemasının tohumlarını eker. Bu şema, kişinin sevdiklerinin onu eninde sonunda terk edeceği, istikrarsız ve güvenilmez oldukları yönünde derin bir inanç ve beklenti geliştirmesine neden olur. Bu inanç o kadar güçlüdür ki, kişi farkında olmadan ilişkilerinde bu beklentiyi doğrulayacak senaryolar yaratmaya başlar.

Bu durum, bağlanma stilleriyle de yakından ilişkilidir. Özellikle “kaygılı-kararsız bağlanma” stiline sahip bireyler, ilişkilerinde yoğun bir yapışkanlık ve sürekli onay arayışı sergileyebilirler. Partnerlerinin sevgisinden bir an bile şüphe duymak, onlar için dayanılmaz bir kaygı kaynağıdır. Mesajlarına geç cevap verilmesi, partnerlerinin yalnız vakit geçirmek istemesi gibi son derece normal durumları, terk edilmenin ilk sinyalleri olarak yorumlayabilirler. Bu yoğun kaygı, onları sürekli partneri kontrol etmeye, aşırı kıskançlık göstermeye veya kendi ihtiyaçlarını tamamen yok sayarak “fazla verici” olmaya itebilir. Ironik bir şekilde, terk edilmemek için gösterilen bu çabalar, partnerin boğulmuş hissetmesine, ilişkinin dinamiğinin bozulmasına ve en nihayetinde korkulan sonun, yani terk edilmenin gerçekleşmesine yol açar. Bu, kişinin “İşte gördün mü, hep aynı şey oluyor, kimse beni gerçekten sevmiyor” şeklindeki temel inancını pekiştiren, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşür. Bu döngü hep tekrar eder ve kişi kendini ilişkilerimde hep terk ediliyorum derken bulur. Bu acı verici döngüyü anlamanın ilk adımı, bugünkü davranışlarımızın ve korkularımızın, geçmişteki karşılanmamış ihtiyaçlarımızın bir sonucu olabileceğini kabul etmektir.

“İlişkilerimde hep terk ediliyorum”: Kısır Döngüyü Besleyen Davranış Kalıpları

İlişkilerimde hep terk ediliyorum” cümlesi, bir sonuç olduğu kadar, bir dizi bilinçdışı davranış kalıbının da tetikleyicisidir. Bu döngünün içinde olan kişiler, terk edilme korkusuyla başa çıkmak için farkında olmadan sağlıksız stratejiler geliştirirler. Bu stratejiler, kısa vadede kaygıyı yatıştırsa da uzun vadede ilişkinin altını oyar ve korkulan sonu kaçınılmaz kılar. Bu davranışların en yaygın olanlarından biri “aşırı telafi”dir. Kişi, sevilmeye layık olmadığını hissettiği için partnerine aşırı derecede verici davranır. Kendi isteklerini, sınırlarını ve ihtiyaçlarını tamamen göz ardı eder. Partnerinin her istediğini sorgusuzca yapar, kendi hayatını onun etrafında şekillendirir. Bu fedakarlıkların altında yatan mesaj şudur: “Eğer sana bu kadar iyi davranırsam, beni terk etmezsin.” Ancak bu durum, ilişkide sağlıklı bir dengeyi imkansız hale getirir. Bir taraf sürekli alıcı, diğer taraf ise sürekli verici konumdadır. Bu, verici olan tarafın zamanla tükenmesine, kırgınlık biriktirmesine ve pasif-agresif davranışlar sergilemesine neden olabilir. Alıcı taraf ise bu aşırı ilgiden bunalabilir, kendini baskı altında hissedebilir ve partnerinin kendi kimliğinin olmadığını düşünerek ondan uzaklaşabilir. Sonuç olarak, terk edilmemek için yapılan bu aşırı fedakarlık, tam tersi bir etki yaratarak ayrılığa zemin hazırlar.

Bir diğer yaygın davranış kalıbı ise “test etme”dir. Kişi, partnerinin sevgisinden ve bağlılığından emin olamadığı için onu sürekli olarak dener. Ufak tefek konulardan büyük tartışmalar yaratmak, kıskançlık krizleri çıkarmak, partneri zor seçimler yapmak zorunda bırakmak gibi davranışlarla aslında bilinçdışı olarak şunu sormaktadır: “Bu kadar zorluğa rağmen hâlâ yanımda kalacak mısın?” Bu testler, partnerin sabrını ve sevgisini sürekli olarak sınar. Başlangıçta partner bu durumu tolere etse de zamanla bu sürekli drama ve güvensizlikten yorulur. Hiçbir ilişki, sürekli bir sınav ve ispat çabası üzerine kurulamaz. Güven, bir ilişkinin temelidir ve sürekli test edilen bir güven, zamanla aşınır ve yok olur. Partner, ne yaparsa yapsın karşısındakini ikna edemeyeceğini anladığında, ilişkiden çekilme kararı alabilir. Bu da yine kişinin, “hep terk ediliyorum” inancını doğrular. Uz. Dr. Alper Ayduman‘ın da belirttiği gibi, bu tür davranışların altında yatan temel sorun, kişinin kendine olan güvensizliği ve sevilmeye layık olduğuna dair inancının zayıf olmasıdır. Kişi, kendi değerini partnerinin kalma veya gitme davranışına bağladığı için, bu onayı alabilmek adına ilişkiyi sabote eden davranışlara başvurur. Bu kalıpları fark etmek, değişimin en önemli adımıdır, çünkü ancak farkına vardığımız bir davranışı değiştirebiliriz.

Güvenli Limanlar İnşa Etmek: Sağlıklı Bağlanma ve Öz-Şefkat

Bu yıkıcı döngüden çıkmak, imkansız değildir. Bu bir yolculuktur ve bu yolculuğun ilk adımı, rotayı kendi iç dünyamıza çevirmektir. Sürekli başkalarının bizi terk etmesine odaklanmak yerine, kendimizi neden ve nasıl terk ettiğimize bakmamız gerekir. Kendi ihtiyaçlarımızı, duygularımızı ve sınırlarımızı ne kadar dinliyoruz? Kendimize ne kadar şefkat ve anlayış gösteriyoruz? Öz-şefkat, bu iyileşme sürecinin temel taşıdır. Geçmişte yaşadığınız acı deneyimler için kendinizi suçlamak yerine, o günkü koşullarda elinizden gelenin en iyisini yaptığınızı kabul etmektir. İçinizdeki o küçük, korkmuş çocuğun elini tutmak ve ona “Artık güvendesin, ben yanındayım” mesajını vermektir. Bu, profesyonel bir destekle çok daha sağlıklı bir şekilde yürütülebilecek bir süreçtir. Uz. Dr. Alper Ayduman gibi uzmanlar, Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve Şema Terapi gibi yöntemlerle bu işlevsiz düşünce kalıplarını ve şemaları yeniden yapılandırmanıza yardımcı olabilir. Terapi sürecinde, terk edilme korkunuzun kökenlerini anlar, bu korkuyu tetikleyen durumları tanır ve bu tetikleyicilerle başa çıkmak için yeni, sağlıklı yollar öğrenirsiniz.

İkinci önemli adım ise sağlıklı bağlanma becerileri geliştirmektir. Bu, öncelikle kendi kendinize yetebilmeyi öğrenmekle başlar. Mutluluğunuzu ve varoluşsal değerinizi bir ilişkiye veya bir partnere bağlamaktan vazgeçtiğinizde, özgürleşirsiniz. Kendi ilgi alanlarınızı, hobilerinizi, arkadaş çevrenizi oluşturmak, hayatınızın merkezine kendinizi koymak, potansiyel bir partner için sizi çok daha çekici kılacaktır. Çünkü bu, “Bana muhtaç değilsin, benimle olmayı seçiyorsun” mesajını verir. Sağlıklı bir ilişki, iki yarımın bir araya gelip bir bütün olması değil, iki bütünün bir araya gelip daha zengin bir birliktelik yaratmasıdır. İlişki içinde kendi sınırlarınızı net bir şekilde ve şefkatle ifade etmeyi öğrenmek de hayati önem taşır. “Hayır” demekten veya bir isteğinizi dile getirmekten korkmayın. Sizi gerçekten seven ve değer veren bir partner, sizin ihtiyaçlarınıza ve sınırlarınıza saygı duyacaktır. Duygularınızı açık ve dürüst bir şekilde ifade etmek, “test etme” veya “pasif-agresif” davranışların yerini almalıdır. “Beni aramaman beni endişelendirdi ve değersiz hissettirdi” demek, bir tartışma başlatmaktan çok daha yapıcıdır. Bu süreç sabır gerektirir. Yılların alışkanlıklarını bir günde değiştirmek mümkün değildir. Ama atacağınız her küçük adımla, kendinize olan güveniniz ve sevginiz artacak, ilişkilere dair bakış açınız değişecektir. Artık “ilişkilerimde hep terk ediliyorum” korkusuyla değil, “sağlıklı ve sevgi dolu bir ilişkiyi hak ediyorum” inancıyla yola çıkacaksınız.

Geçmişin Yaralarını Sarıp Geleceği Yeniden Yazmak

Sonuç olarak, ilişkilerimde hep terk ediliyorum hissi, değiştirilemez bir kader değildir. Bu, geçmiş deneyimlerin, öğrenilmiş çaresizliklerin ve farkında olmadan tekrarlanan davranış kalıplarının bir sonucudur. Bu döngüyü kırmanın anahtarı, dışarıda bir kurtarıcı aramak yerine, kendi içimizdeki gücü ve şifayı keşfetmektir. Bu, kendimize karşı dürüst, sabırlı ve her şeyden önce şefkatli olmayı gerektiren bir yüzleşme sürecidir. Kökleri anlamak, şemalarımızı fark etmek ve bizi sabote eden davranışları tanımak, iyileşme yolculuğunun en kritik aşamalarıdır. Unutmayın ki, terk edilme korkusuyla hareket ettiğinizde, aslında en çok kendinizi terk etmiş olursunuz; kendi ihtiyaçlarınızı, duygularınızı ve en önemlisi sevilmeye değer olduğunuz gerçeğini.

Bu zorlu ama sonunda özgürleştirici olan yolda profesyonel destek almak, süreci büyük ölçüde kolaylaştırabilir ve hızlandırabilir. Uz. Dr. Alper Ayduman gibi, bağlanma sorunları ve şema terapi konusunda yetkin bir uzman, size bu yolda rehberlik edebilir, karanlıkta kalan kör noktalarınızı aydınlatabilir ve size yeni başa çıkma mekanizmaları öğretebilir. Terapi, geçmişin yaralarını sarmak, kendinizle barışmak ve gelecekteki ilişkilerinizi daha sağlam bir temel üzerine inşa etmek için kendinize verebileceğiniz en değerli armağandır. Her yeni gün, bu döngüyü kırmak ve sevgi dolu, güvenli ve kalıcı bir ilişki kurma potansiyelini içinde barındırır. Yeter ki o ilk adımı atmaya cesaret edin. Kendinize olan inancınızı tazelediğinizde ve sevgiye layık olduğunuzu kalpten hissettiğinizde, hayatınıza çekeceğiniz insanlar da bu inancı yansıtacaktır. Artık hep aynı senaryoyu yaşamak zorunda değilsiniz. Kendi hikayenizin yazarının siz olduğunu hatırlama ve sonunu mutlulukla biten yeni bir bölüm yazma zamanı gelmiştir.