Kalbim duracak gibi atıyor

Kalbim duracak gibi atıyor. Bu cümle, bir anksiyete fırtınasının ortasında kalmış pek çok insanın dilinden dökülen, korku ve çaresizlik dolu bir çığlıktır. Göğüs kafesinin içinde bir kuşun çırpınması, ritmini kaybetmiş bir davulun kontrolsüz vuruşları ya da aniden durup tekrar güçlü bir şekilde çalışmaya başlayan bir motor gibi hissedilen bu durum, tıp dilinde çarpıntı (palpitasyon) olarak bilinir. Ancak bu klinik terim, o anı yaşayan kişinin hissettiği ölüm korkusunu, kontrolü kaybetme endişesini ve bedenine karşı geliştirdiği yabancılaşmayı tam anlamıyla karşılamaz. “Ya kalbim o an durursa?” düşüncesi, zihni esir alır ve bu bedensel duyumu tam bir kâbusa çevirir. Bu deneyim, genellikle kişiyi acil servis koridorlarına sürükler, sayısız tetkike neden olur ve sonuçlar “temiz” çıktığında bile bir türlü geçmeyen bir “acaba” hissi bırakır. İşte bu noktada, merceği bedenden ruha çevirmek, bu şiddetli çarpıntının ardındaki asıl fırtınayı, yani psikiyatrik dinamikleri anlamak, hem teşhis hem de tedavi için atılacak en kritik adımdır. Bu makalede, “alikeyvan.com”un “Psikiyatrik Bozukluklar” kategorisi için, bu korkutucu hissin ardındaki psikolojik mekanizmaları, uzman bir bakış açısıyla ancak bir o kadar da empatik ve samimi bir dille, derinlemesine inceleyeceğiz. Amacımız, bu yolda yalnız olmadığınızı göstermek ve kontrolü yeniden elinize almanız için size bir yol haritası sunmaktır.

“Kalbim Duracak Gibi Atıyor”: Panik Atak ve Anksiyete Bozukluklarının Rolü

Kalbim duracak gibi atıyor” şikayeti, psikiyatri kliniklerinde en sık duyulan ifadelerden biridir ve büyük çoğunlukla bir panik atak belirtisi veya altta yatan bir anksiyete bozukluğunun habercisidir. Bu durumu yaşayan kişi için o an, sanki gerçek bir kalp krizi geçiriyormuş gibi dehşet vericidir. Aslında olan, vücudun “savaş ya da kaç” mekanizmasının, ortada somut bir tehlike olmaksızın aniden ve yoğun bir şekilde devreye girmesidir. Beynimizin duygusal alarm merkezi olan amigdala, bir tehlike algıladığında (bu tehlike gerçek bir tehdit olabileceği gibi, stresli bir düşünce veya bastırılmış bir duygu da olabilir), tüm vücuda acil durum sinyalleri gönderir. Bu sinyaller, böbreküstü bezlerinden adrenalin ve noradrenalin gibi stres hormonlarının salgılanmasını tetikler.

Kan dolaşımına karışan bu hormonlar, tam bir hayatta kalma makinesini çalıştırır:

Kalp, kaslara ve hayati organlara daha fazla kan ve oksijen pompalamak için daha hızlı ve daha güçlü atmaya başlar. Solunum sıklaşır, kan basıncı yükselir, vücut ısısı artar ve terleme başlar. Kişi, bu ani ve şiddetli bedensel değişimleri fark ettiğinde, genellikle bunları felaketleştirici bir şekilde yorumlar: “Kalp krizi geçiriyorum,” “Ölüyorum,” “Kontrolü kaybediyorum,” “Çıldırıyorum.” Bu katastrofik düşünceler, mevcut anksiyeteyi körükler ve bu da bedensel belirtilerin daha da şiddetlenmesine yol açar. İşte bu, panik atağın kısır döngüsüdür. Genellikle birkaç dakika içinde zirveye ulaşan bu yoğun korku ve fiziksel belirti nöbeti, kişiyi tamamen bitkin bırakır. Atak geçtikten sonra ise geride enkaz gibi bir “beklenti anksiyetesi” kalır. Kişi, “Ya tekrar olursa?” korkusuyla yaşamaya başlar ve atağın yaşandığı yerlerden (toplu taşıma, kapalı alanlar, kalabalıklar vb.) kaçınmaya başlayabilir. Bu kaçınma davranışları yaygınlaştığında ise tablo, panik bozukluk olarak adlandırılır. Konuyla ilgili olarak değerli görüşlerini aldığımız

Uz. Dr. Alper Ayduman, bu tür belirtilerle başvuran hastalarda öncelikli olarak organik patolojilerin dışlanması gerektiğini, bu amaçla yapılan kardiyolojik muayene ve tetkiklerin önemini vurgulamaktadır. Ancak Dr. Ayduman, tüm tetkikler normal bulunduğunda hastaya sadece “Hiçbir şeyin yok, hepsi psikolojik” demenin, hastanın endişelerini gidermek yerine daha da artırabildiğine dikkat çekmektedir. Çünkü hasta, doktorların bir şeyi atladığını düşünerek sağlık kaygısını daha yoğun yaşamaya başlayabilir. Bu nedenle, organik bir neden saptanmadığında, hastanın bir psikiyatri uzmanı tarafından değerlendirilmesi ve bu belirtilerin bir psikiyatrik bozukluğun parçası olabileceğinin doğru bir dille anlatılması, tedaviye giden yoldaki en önemli adımdır.

Anksiyetenin Bedensel Yüzü: Psikosomatik Belirtiler ve Çarpıntı

Anksiyete, yalnızca zihinsel bir olgu değildir; zihin ve beden arasındaki ayrılmaz bağın en güçlü kanıtlarından biri olarak, kendini bedende oldukça gürültülü bir şekilde ifade edebilir. “Psikosomatik” kelimesi, tam da bu ilişkiyi tanımlar: Psikolojik kökenli sıkıntıların yol açtığı veya şiddetlendirdiği bedensel (somatik) belirtiler. “Kalbim duracak gibi atıyor” hissi, bu psikosomatik belirtilerin belki de en dramatik olanıdır. Kronikleşmiş stres ve anksiyete durumunda, beynin alarm sistemi sürekli “açık” konumda kalır. Bu durum, otonom sinir sisteminin iki ana dalından biri olan sempatik sinir sisteminin aşırı aktifleşmesine yol açar. Sempatik sistem, vücudu acil durumlara hazırlayan “gaz pedalı” gibidir.

Sürekli bu gaz pedalına basıldığında, vücudun motoru olan kalp de sürekli yüksek devirde çalışmak zorunda kalır. Bu kronik uyarılma hali, kalp ritminde çeşitli değişikliklere yol açabilir. En sık görülenlerden biri, “ekstrasistol” adı verilen, normal ritmin arasına giren erken veya fazladan vurulardır. Bu erken vuruştan sonra kalp, ritmi yeniden yakalamak için kısa bir duraksama (kompansatuar pause) yaşar ve ardından normalden daha güçlü bir vuruyla devam eder. İşte kişinin “kalbim duracak gibi oldu” veya “içim çekildi” şeklinde tarif ettiği o rahatsız edici his, genellikle bu kısa duraksama anıdır. Ardından gelen güçlü vuru ise “göğsüme yumruk atıldı” veya “kuş çırpındı” şeklinde hissedilir. Anksiyetesi yüksek bir birey için bu normal ve zararsız ritim varyasyonları, yaklaşan bir felaketin habercisi olarak algılanır. Bu algı, kişinin dikkatini tamamen kalbi ve göğüs bölgesindeki duyumlar üzerine odaklamasına neden olur. Kişi, sürekli nabzını ölçer, kalp atışlarını dinler ve en ufak bir ritim değişikliğinde paniğe kapılır. Bu durum, tıp literatüründe “kardiyofobi” olarak da bilinen, kalp hastalığına yakalanma veya kalp krizi geçirme konusunda aşırı ve mantıksız bir korku geliştirilmesine yol açabilir. Bu korku, kişinin yaşamını ciddi şekilde kısıtlar; egzersiz yapmaktan, heyecanlanmaktan, hatta bazen evden tek başına çıkmaktan bile korkar hale gelebilir.

Bu psikosomatik girdaptan çıkışın yolu, bedensel belirtilerin kendisinden ziyade, bu belirtilere anlam yükleyen zihinsel süreçlere odaklanmaktan geçer. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) gibi psikoterapi ekolleri, bu çarpık düşünce kalıplarını ve felaketleştirici yorumları hedef alarak oldukça başarılı sonuçlar vermektedir. Terapide kişi, bu bedensel duyumların tehlikeli olmadığını öğrenir, onlara karşı duyarsızlaşır ve geliştirdiği kaçınma davranışlarının üzerine giderek korku döngüsünü kırar. Gevşeme egzersizleri, nefes teknikleri ve mindfulness (farkındalık) gibi yöntemler de sempatik sinir sisteminin aşırı aktivitesini dengeleyerek bedeni sakinleştirir ve çarpıntı hissinin kontrol altına alınmasına yardımcı olur.

“Kalbim Duracak Gibi Atıyor”: Ne Zaman Doktora Başvurmalı ve Hangi Adımları İzlemeli?

Kalbim duracak gibi atıyor” hissi, ezici bir çoğunlukla iyi huylu ve anksiyete kaynaklı olsa da, bu belirtiyi asla hafife almamak ve doğru adımları atmak hayati önem taşır. Hem olası ciddi bir kalp problemini ekarte etmek hem de eğer sorun psikolojik kökenli ise doğru tedaviye en kısa yoldan ulaşmak için bilinçli bir yol haritası izlenmelidir. İlk ve en önemli adım, özellikle bu hissi ilk kez yaşıyorsanız, çarpıntıya şiddetli göğüs ağrısı, bayılma hissi, baş dönmesi veya nefes darlığı gibi belirtiler eşlik ediyorsa, vakit kaybetmeden bir Kardiyoloji uzmanına başvurmaktır. Kardiyolog, detaylı bir tıbbi öykü alacak, fizik muayene yapacak ve kalbinizin elektriksel aktivitesini kaydeden Elektrokardiyogram (EKG) çekecektir. Eğer şüphe devam ederse, tanıyı netleştirmek için daha ileri tetkikler istenebilir.

Bunlar arasında, kalbin egzersiz sırasındaki performansını ölçen Efor Testi, ritim bozukluklarını tespit etmek için 24 veya 48 saat boyunca kalp ritmini kaydeden Holter monitörizasyonu ve kalbin yapısal durumunu (kapakçıklar, kas dokusu vb.) detaylı olarak gösteren Ekokardiyografi (EKO) bulunur. Ayrıca, çarpıntıya neden olabilecek tiroid bezinin aşırı çalışması (hipertiroidi), kansızlık (anemi) veya elektrolit dengesizlikleri gibi dahili sorunları araştırmak amacıyla kan testleri de yapılabilir. Yapılan tüm bu kapsamlı değerlendirmeler sonucunda, çarpıntınızı açıklayacak herhangi bir organik (yapısal veya ritimsel) bir kalp hastalığı veya başka bir tıbbi durum saptanmazsa, bu sizin için iyi bir haberdir. Bu, kalbinizin sağlıklı olduğu anlamına gelir. Ancak bu, sorununuzun “yok” olduğu anlamına gelmez. Bu, sorunun kaynağının büyük bir olasılıkla psikolojik olduğu anlamına gelir. İşte bu noktada ikinci önemli adım devreye girer: Bir Psikiyatri uzmanından destek almak.

Uz. Dr. Alper Ayduman‘ın da altını çizdiği gibi, bu aşamada hastaya bütüncül bir yaklaşımla, yaşadığı bedensel belirtilerin bir anksiyete bozukluğunun parçası olabileceği, bu durumun tedavi edilebilir olduğu ve yalnız olmadığı anlatılmalıdır. Psikiyatrist, sizinle yapacağı detaylı görüşme ile yaşadığınız durumun tam teşhisini koyar: Panik bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu, sağlık anksiyetesi veya belki de bir depresyon. Teşhise göre size özel bir tedavi planı oluşturulur. Bu plan, genellikle iki ana temel üzerinde yükselir: İlaç tedavisi ve psikoterapi. İlaç tedavisinde, özellikle beyindeki serotonin gibi nörotransmitterlerin dengesini düzenleyerek anksiyeteyi azaltan SSRI grubu antidepresanlar, panik ve çarpıntı ataklarının kontrol altına alınmasında oldukça etkilidir. Psikoterapi, özellikle Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), size bu bedensel belirtilerle başa çıkma becerileri kazandırır. Çarpıntı anında aklınızdan geçen felaket senaryolarını daha gerçekçi düşüncelerle değiştirmeyi ve korktuğunuz durumlardan kaçınmak yerine onlarla yüzleşmeyi öğrenirsiniz. Bu iki tedavi yönteminin bir arada kullanılması, genellikle en hızlı ve en kalıcı sonuçları vermektedir.

Yaşam Tarzı Değişiklikleri ve Destekleyici Yöntemlerle Çarpıntıyla Baş Etme

Psikiyatrik tedavi, anksiyete kaynaklı çarpıntıların çözümünde anahtar rol oynasa da, tedavi sürecini desteklemek ve genel iyilik halini artırmak için bireyin kendi yaşam tarzında yapacağı değişiklikler de en az o kadar önemlidir. “Kalbim duracak gibi atıyor” hissiyle mücadelede kontrolü elinize almanızı sağlayacak pek çok destekleyici yöntem mevcuttur. Bunların başında, sinir sistemini doğrudan uyaran ve çarpıntıyı tetikleyebilen maddelerden uzak durmak gelir.

Kafein (kahve, çay, kola, enerji içecekleri), nikotin (sigara) ve alkol, anksiyetesi yüksek kişilerde çarpıntı ataklarını başlatabilen veya şiddetlendirebilen başlıca faktörlerdir. Bu maddelerin tüketimini sınırlandırmak veya mümkünse tamamen kesmek, çarpıntıların sıklığında ve yoğunluğunda gözle görülür bir azalma sağlayabilir. Beslenme alışkanlıkları da ruh hali ve bedensel tepkiler üzerinde doğrudan etkilidir. Düzensiz öğünler ve işlenmiş şekerli gıdaların tüketimi, kan şekerinde ani dalgalanmalara (hipoglisemi) yol açarak çarpıntı, titreme ve anksiyete hissine neden olabilir. Bu nedenle, kan şekerini dengede tutan, lifli gıdalar, kompleks karbonhidratlar, protein ve sağlıklı yağlar içeren düzenli ve dengeli bir beslenme düzeni benimsemek önemlidir. Yeterli ve kaliteli uyku, anksiyete yönetiminin temel direklerinden biridir. Uykusuzluk, vücudun stres tepkisini artırır ve duygusal düzenleme becerisini zayıflatır. Her gece düzenli saatlerde yatıp kalkmak ve uyku hijyenine (yatak odasının karanlık, sessiz ve serin olması, yatmadan önce mavi ışıktan kaçınma vb.) dikkat etmek, sinir sisteminizin dinlenmesine ve kendini onarmasına olanak tanır.

Düzenli fiziksel aktivite, adeta doğal bir anksiyete ilacıdır. Haftanın çoğu günü yapacağınız 30 dakikalık tempolu bir yürüyüş, yüzme veya bisiklete binme gibi aerobik egzersizler, birikmiş stres hormonlarını yakar, mutluluk hormonu olarak bilinen endorfin salgısını artırır ve kalp sağlığınızı güçlendirir. Egzersiz, bedeninize olan güveninizi artırır ve egzersiz sırasında hissedilen normal kalp atış artışının tehlikeli bir şey olmadığını deneyimlemenizi sağlar. Stres yönetimi teknikleri ise bu mücadelenin en güçlü silahlarındandır.

Özellikle derin diyafram nefesi egzersizleri, çarpıntı veya panik hissi başladığı anda devreye sokabileceğiniz bir acil durum frenidir. Burnunuzdan yavaşça 4’e kadar sayarak karnınızı şişirerek nefes almak, nefesinizi 1-2 saniye tutmak ve ardından ağzınızdan yavaşça 6’ya kadar sayarak vermek, sinir sistemini sakinleştiren parasempatik sistemi aktive eder ve kalp atışlarını yavaşlatır. Meditasyon ve mindfulness (bilinçli farkındalık) pratikleri ise, anksiyete ile olan ilişkinizi temelden değiştirir. Bu pratikler sayesinde, bedensel duyumlarınızı ve düşüncelerinizi, onlara kapılıp gitmeden, bir gözlemci gibi izlemeyi öğrenirsiniz. Böylece çarpıntı başladığında, “İşte yine kalbim atıyor, bu bir anksiyete dalgası, biliyorum ve geçecek” diyebilme gücünü kendinizde bulursunuz. Bu yaşam tarzı değişikliklerini birer zorunluluk olarak değil, kendinize gösterdiğiniz özenin bir parçası olarak görmek, bu yolda çok daha motive olmanızı sağlayacaktır.